Sürgün
Çerkes Sürgünü: 21 Mayıs 1864
Kafkasya, kuzeyiyle ve güneyiyle tarih boyunca stratejik önemi olan bir coğrafyadır. Bu nedenle de sürekli saldırılara ve işgallere sahne olmuştur. Esas itibariyle dağlık bir ülke olan Kafkasya’da yerleşim yerleri genellikle yüksek yaylalar ve derin vadilere yayılmıştır. Yüksekliği fazla olan bu dağ silsilesi, bölgedeki insanların tarihlerini, kültür ve karakterlerini başkalarından farklı kılmıştır.
Askeri açıdan büyük ölçüde savunma imkanı sağlayan dağlar, kültür ve etnik bakımından bölünmüş bir coğrafyanın doğmasına sebep olduğu gibi Kafkasyalıların birleşmesini de önleyen bir faktör olmuştur.
Esas konumuza geçmeden önce üç kavramın anlamını bir daha hatırlayalım.
GÖÇ: İşgal ya da başkaca bir zorlayıcı nedenlerle topraklarında eskisi gibi rahat yaşama olanağı kalmayan bir halkın veya halkların başka yörelere veya ülkelere kendi kararlarıyla gitmeleridir.
SÜRGÜN: İşgal edilen ülkedeki insanların tümüyle ve zorla topraklarından çıkartılması ve başka yerlere gönderilmesi ve yerlerine başka halkların ikamesidir.
SOYKIRIM (Jenosit): İşgal edilen topraklardaki halkları planlı bir şekilde ve bir daha toparlanamayacak şekilde toptan yok etmek, imha etmek ve yerlerine işgalcileri veya yandaşlarını yerleştirmektir.
İlk çağlardan başlamak üzere medeni alemin ağırlık merkezlerinden biri olan Akdeniz havzasının siyasi ve ekonomik hayatında Kırım ile Kafkasya’nın müstesna bir yeri bulunmaktaydı. İpek yolu, doğuya uzanan transit ticaret güzergahının kritik geçitleri ve kavşağı olan Kırım ve Kafkasya, aynı zamanda tarım, hayvancılık ve yer altı kaynaklarıyla ihmali mümkün olmayan bir konumdaydı.
Rusların güneye inmesine set görevi yapan ve aynı zamanda Kırım ve Kafkasya’yı doğrudan yöneten Altınordu Devleti ile Ruslara karşı sağlıklı bir Devlet Politikası oluşturup uygulayamayan Kırım’ın, Slavları birleştirip önemli bir güç haline gelen Ruslar tarafından yıkılmasıyla beraber tehlike çanları Çerkesler için çalmaya başlamıştır. 1556’da tahta geçen Çar 4. İvan’dan başlayan ve I.Petro’yla giderek güçlenen ve batıdan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya’nın Karadeniz sahiline sıcak sulara inme emelinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya’dır ve neye mal olursa olsun be mesele halledilmek zorundadır.
İşte bu nedenle Kafkas-Rus Çarlığı arasındaki savaşlar ta 1556’larda başlamıştır. Çar 4.İvan (Korkunç İVAN) önce Kabardey topraklarına saldırır. Prens TEMİROKA, kızı MARİA’yı Çar İVAN’a eş olarak verir. Bu vesileyle bir süre barış dönemi yaşanır. Ancak 4.İvan öldükten sonra savaşlar yeniden başlar ve zaman zaman ara verilerek tam 306 yıl sürer. 1556-1762=206 yıl hazırlık dönemi, 1763-1845 =82 yıl sürekli savaşlar ve 1846-1864=18 yıl sonuç savaşları olarak cereyan eder.
Ruslar, çok arzuladıkları Hazar Denizi, Karadeniz sahili ve Kafkasya’yı ele geçirebilmek için 306 yıl, bıkmadan usanmadan ve 1.500.000 asker kaybına rağmen saldırdılar. Her yıl Kafkasya’nın etrafındaki çemberi biraz daha daralttılar. Modern cihazlarla donatılmış ve devre dışı kalan her askerin yerine daha fazlasının konulabildiği böylesi bir güce karşı koyan Çerkeslerin artık bu topraklarda tutunması söz konusu değildi. Daha önceleri Kazan ve Kırım’da en acımasız şekliyle uyguladıkları ve artık klasik bir yöntem haline gelen, “kaçırmak veya göçürmek istiyorsan, evleri, tarlaları yak-yık,kaçmaktan ya da aç kalıp ölmekten başka bir seçenek bırakma...” metodu 1857’den itibaren Kafkasya’da en acımasız şekliyle sahnelenecektir. Çok sayıda Rus, İngiliz, Amerikalı, İtalyan, Polonyalı ve Türk kökenli yazar, araştırmacı, Komutan, tarihçi ve diplomatın ağzından Çerkeslerin sürgünü ve sürgün sırasında yaşananlarla ilgili bazı söylemleri birer cümle veya paragraf halinde sunduğumuzda sorunu daha iyi kavramak mümkün olacaktır.
ÇAR I.PETRO-1722 : “Rusya’nın çıkarları için mümkün olabildiği kadar İstanbul’a ve Hindistan’a yaklaşmak lazımdır. Buraları elinde tutan Dünya’ya hükmeder. Bunun için de ne gerekiyorsa onu yapmalıyız...”
PRENS BARYATİNSKİ (Çar Naibi): “Karadenizin kıyılarını bir Rus denizi ve toprağı haline getirmek için dağlıları kıyıdan temizlemek zorundaydık. Dağlı Çerkeslere ulaşabilmemize engel olan Kuban ötesi halkların da tümüyle yerlerinden kaldırılması gerekiyordu.”
GRAND DÜK MİCHAEL: “ Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”
KAFKASYA ORDULARI KURMAY BAŞKANI MİLYUTİN: “..Dağlıları, zorla ve bizim istediğimiz yerlere göndermeliyiz. Gerekiyorsa Don yöresine sürmeliyiz. Bizim esas gayemiz Kafkas dağlarının eteklerindeki bölgelere Rusları yerleştirmektir. Ancak bunu şimdiden dağlılara hissettirmeyelim...”
M.İ. BENYUKOV: (Dağlılara karşı savaşan ve anısını yazan): “Batı Kafkasya’nın iskanı ile ilgili resmi projenin uygulanmasından sorumlu Kont Yevdokümov, Kuban bölgesiyle pek ilgilenmiyordu. Çok pahalıya mal olan savaşı bitirebilmek için bütün dağlıların denizin karşı tarafına kovulması O’nun hedefiydi. Kuban ötesinde kalanların da tehlikeli olma ihtimaline karşın, sayılarının azaltılması ve yaşam şartlarından yoksun kılınmaları için her çareye başvurmaktı.”
KONT YERDOKÜMOV’un Savaş Bakanlığı’na 1863 Kasım ayında gönderdiği yazıda “Batı Kafkasların fethi ile ilgili plan açısından şimdi de kıyı şeridini temizlemeliyiz...” (Devlet Tarih Arşivinden)
Rus Tarihçi SULUJİYEN: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz davamızdan vazgeçemezdik. Silahlarını alabilmek için yarısının kırılması gerekti. Kanlı savaşta bir çok kabile tümüyle yok oldu. Ayrıca,çoğu anneler bize vermemek için kendi çocuklarını öldürüyorlardı...”
Rus Tarihçi ZAHARYAN: “Çerkesler bizi sevmezler. Biz onları, özgür çayırlarından çıkardık. Avullarını yıktık. Bir çok kabile tümüyle yok edildi...”
Rus Tarihçi Y.D. FELİSİN: “Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı. Yüzlerce Çerkes köyü ateşe verildi. Ekin ve bahçelerini imha için atlara çiğnettik, sonuçta bir harabeye dönüştü."
KONT LEV TOLSTOY: “Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti. Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin,ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi...”
Muhaliflerden N.N. RAYEVSKİ:” Bizim Kafkasya’da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika topraklarında yürüttükleri savaşların olumsuzluklarının aynısıydı. Dilerim ki, Yüce Tanrı Rus tarihinde kan izlerini bırakmasın...”
Çar II. ALEXANDRE’nin Kont Yerdokümov’a kutlama mesajında : “Üç yıl içerisinde Batı Kafkasya’ya boyun eğdirilerek uyuşmaz yerli halkları temizleyip çıkardınız. Uzun yıllar süren kanlı savaşın zararlarını kısa sürede bu verimli topraklardan çıkartabiliriz...”
JAN KAROL: “Rusya’nın Kafkasya’yı fethi, çağımızın barbarlık tarihinin en feci tablosunu oluşturur. Kafkas dağlılarının direnişini kırabilmek için 60 yıllık askeri terör ve kıyım gerekti...”
HAKHURAT Ş.Y.- LİÇKOV L.S. “Adegeya isimli kitaplarında: “Çarlık yönetimi, yüz binlerce Çerkesi Kafkasya’dan sürgün etti. Kanlı savaşla dağlı halkları vatanlarından kovarak yok ettiler...”
Rus Çarları tarafından çok önceleri planlanan ve adım adım gerçekleştirilen Çerkeslerin tarihi topraklarından sürülüşü olayı tarihin ender kaydettiği acılar ve ızdıraplarla doludur. Olayı yaşayan komutan, konsolos, gazeteci ve seyyahlara ilaveten konuyu araştıran tarihçilerin sürgün olayıyla ilgili görüşler de özetle şöyledir:
GRAND DÜK MİCHAEL: Savaşın sonlarında Kafkasya’ya geldiğinde, Çerkes beylerinin ziyaret edip, mağlup olduklarını, Rus yönetimini kabul ederek kendi topraklarında yaşamalarına izin verilmesini istediklerinde verdiği cevap: “Size bir ay süre veriyorum. Bir ay içerisinde ya Kuban ötesinde gösterilecek yere gidersiniz ya da Osmanlı topraklarına gidersiniz. Bir ay içerisinde sahile inmeyen köylüleri ve dağlıları savaş esiri sayıp ona göre işlem yapacağız.”
Y. ABRAMOV - Kafkas Dağlıları kitabında: “O zamanlar dağlıların başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez. Binlercesi yollarda, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler. Kıyılar ölü ve ölmek üzere olan insan doluydu. Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular, donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar ve sırf ısınmak için sıkışarak yattıkları yerde birlikte donarak ölen gruplar, Karadeniz sahilinde olağan manzaralardı...”
Rus İ. DZAROV : “ Osmanlı’ya göç etmek üzere yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır.”
Rus St.PETERSBURG GAZETESİ : “Savunmaları ile ölümsüzleştirdikleri sahillerden kaçış başladı. Çerkesya artık yok. Dağlardaki artıkları da askerlerimiz yakında temizleyecek ve savaş kısa zamanda sona erecek...”
Fransız Gazeteci A. FONVİLL: “Gemicilerin gözü doymuyordu. 50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Biraz su ve ekmekle yola çıkmışlardı. 5-6 günü aşınca bunlar tükeniyor ve açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyorlar, yolda ölüyorlar ve onlar da denize atılıyorlardı. 600 kişiyle çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ çıkabilmişti.”
Polonyalı Albay TEOFİL LAPİNSKİ: “Göçmenlerin sorunu felakete dönüşüyor. Açlık ve hastalık had safhada. Trabzon’ gelen 100.000 kişi 70.000 kişiye indi. Samsun’a 70.000 kişi indi. Günlük ölü sayısı 500 kişidir. Trabzon’da bu sayı 400 kişidir. Gerede Kampı’nda 300 kişi, Akçakale ve Sarıdere’de günlük ölüm 120-150 kişi arasındadır. İtalyan Dr. BARAZZİ’nin raporlarında şu ibareler dikkat çekicidir (İnsanlar,uzun süre bitkiler,bitki kökleri ve ekmek kırıntılarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar.”
Rus Araştırmacı A.P.BERGE: “ Novorovski koyunda 17.000 kadar dağlının toplandığı kıyıda gördüklerimi unutamam. Onların bu durumunu görenler Hıristiyan da olsa, Müslüman da olsa, Ateist de olsa dayanamaz, çökerdi. Kışın soğuğunda, karda evsiz, yiyeceksiz ve doğru dürüst giyeceksiz bu insanlar tifo, tifüs ve çiçek hastalığının pençesindeydiler. Anasız kalmış çocuklar ölmüş annelerinin göğsünde süt arıyorlardı... Rus tarihinin yüz karası olan bu acılı sayfa Novorovski koyunda tarihi açısından büyük zararlara yol açtı. Sürgün, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmelerinin tarihini ve politik bir birlik olma sürecini uzun yıllar kesintiye uğrattı.”
Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar GAZETELERİ: “Ruslar, Kafkasya’nın tamamını yerle bir ettiler. Köyleri ateşe verdiler. Savaştan sonra da yerli halkları vatanlarından sürüyorlar, onlar da terkediyorlar...”
İng.Elçi LORD NAPİYER: “Çerkeslerden boşaltılan yerlere derhal Slavlar veya başka Hıristiyanlar yerleştiriliyorlar.”
İng. Konsolos GİFFORD PALGRAVE: “17 Nisan 1867 günü tüm Abhazya’yı dolaştım. Rus olmamaktan başka bir suçu olmayan Abhaz halkının böylesine yok edildiğine ve ülkenin tahrip edildiğine tanık olmak çok acı verici...”
İng. Konsolos R.H.LANG: “Samsun’dan çıkan 2718 yolcu Kıbrıs’a geldiğinde 853 kişi ölmüş ve diğerleri de ölüden farksızdı. Günlük ölüm sayısı 30-50 arasındadır” İngiliz Parlamenter M. ANSTEY’in Parlamentoda ki konuşması : “İngiltere’yle ticari ilişkiye girmeye inandırılmış,İngiliz yandaşı yapılmış olan Çerkesya’ya ihanetle suçluyorum sayın Lord Palmerston’u. Hindistan’daki çıkarlarımızla beraber Bağımsız Kuzey Kafkasya’yı bilerek ve iterek Ruslara teslim ettiğiniz için aynı zamanda İngiltere’ye de ihanet ettiniz...”
Lord PALMERSTON 8 yıl sonra aynı parlamentoda konuşurken şunları der: ”Sayın Lordlarım, Çerkesleri kendi başlarına büyük felaketlerle baş başa bıraktığımız doğrudur. Oysa, biz onlardan yardım istedik ve onları büyük fedakarlık ölçüsünde de kullandık...”
Çerkes sürgünü olayını, nedenlerini, Osmanlı İmparatorluğu’nun politikalarını iskan şekillerini ve sayısını inceleyen araştırmacıların görüşleri de özetle şöyledir :
PINSON: “Karadeniz sahilinde Çerkeslerin ölüm oranı % 50’ye yakındır. Sırf Trabzon’da 53.000 kişi öldü. Savaş artığı “yüzen mezarlar” olan gemilerden kaç tanesinin battığı bilinmiyor. Kafkasya’dan Balkanlara sürülen aile sayısı 70.000 ailedir. Edirne: 6.000, Silistre-Vidin: 13.000, Niş-Sofya: 12.000, Dobruca-Kosova-Priştina-Svista: 42.000 ailedir. Yaklaşık 350.000 kişi. Ölüm oranı daha az ve % 15-20 dolaylarındadır...”
Prof. Kemal KARPAT: “Ruslar, Çerkesleri tamamen imha ederek dağların iç kesimlerine, Çerkes mevzilerine doğru adım adım ilerlediler. Teslim olanlara 3 seçenek sundular: a)Kuban vadisine gitmek, b) Çar ordusuna katılmak, c) Hıristiyan olmak. Kabul etmeyenler Osmanlı ile Ruslar arasındaki bir anlaşma uyarınca göç ettiler. 1862-1870 arasında gelenlerin sayısı 1.200.000-2.000.000 arasındadır.
Sahilde ölenlerin sayısı 500.000 den az değildir. Ayrıca Balkanlara giden Çerkes sayısı da 400.000 civarındadır. Halifelik yükümlülüğü, nüfus kazanma ve iyi asker sağlama gibi hesapların olduğu biliniyor...”
NEDİM İPEK: 1829’da başlayan savaş 1863’e kadar sürdü. 1864’te Çarlık hükümeti Batı Kafkasya’daki halkları bir ay zarfında Kafkasya’yı terke zorladı, Rumeli’ye 175.000 Çerkes, Anadolu’ya 600.000 kişi göçürüldü. 1867’den sonra gelenler de Tatarlar dahil 500.000 kişi kadardır.
Gelenler stratejik yerlere yerleştirildi. Çanakkale ve Marmara’da Müslüman erkek azalmıştı. Oraya yerleştirildi. İstanbul’da yakın yerlerde, Suriye ve Filistin’de reisleri şehir merkezine alınıp diğerleri dağınık yerleştirildi. Geleneksel şeflerin otoriteleri kırıldı. Zamanla yerli ahaliye karışıp gittiler.
ABDULLAH SAYDAM: Osmanlı’ya göçlerde çekici etkenlerden çok itici etmenler ön plandadır. Rusların ele geçirdikleri yerlerdeki Tehcir politikası, hiç değişmeden devam edip gitmiştir. Yapılan baskı ve zorlamalar beraberinde tepki olarak göçü getirmiştir. Dolayısıyla göçler Rusya’nın zulmünden kurtuluş olarak görülmüştür. Osmanlıda sırf insani açıdan kapılarını açmıştır. 1.000.000-1.200.000 Kırım ve Kafkaslı geldi.
SÜLEYMAN ERKAN: Rusya, Çerkeslere tümüyle sürgün gözüyle baktığından insanları bir ay içerisinde terke zorladı. Ve dramatik sahneler limanlarda ve deniz yolunda yaşandı. Mallarını yok fiyatına elden çıkartıp günlerce vapur beklediler. Fazla yolcu ve azgın dalgalarda perişan oldular. Binlercesi yolda öldüler. Açık denizdeki deniz kazaları bilinmiyor.
Rusya’nın sürgün politikası 1863’den sonra adeta SOYKIRIM’a döndü. 40-50.000 göçte mutabık iken sadece 1864 baharında 400.000 kişi geldi.
Ermeniler aynı ülke içerisinde bir yerden bir başka yere tehcir edildi. Ruslar ise Çerkesleri bir daha dönmemecesine başka ülkelere sürdü. Batılıların ilgisizliği çifte standarttır.
Her ulusun kendi toprağında kendi kültürünü yaşayarak yaşaması esastır. Bu konuda Çerkesler herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık herkesten çok hak sahibidirler. Ama dağınıklık aksiyon birliğini zorlaştırır. Şimdilik Çifte VATANDAŞLIK çıkar yol gibi görünüyor.
1856-1876 arası göç-sürgün rakamları farklıdır. 1.000000-1.200.000 arası gibi 1878-1914 arasında da 500.000 Çerkes geldi. Krasnodar-Lapinsk yöresine yerleştirilenlerden 1889 7a 24.000 kişinin sürülmesi PAN-SLAVİST politikaların etkisiyledir. Kuban’da 106.795 iken sayı 61.231’e düşmüştür.
FAHİR ARMAOĞLU: II. Aleksandre sadece Kafkasya’daki özgürlük hareketini söndürmekle kalmadı. Çerkesleri kendi topraklarından sürmesinin nedeni onların yenilmesi olduğu kadar Rus olmayanları planlı bir şekilde Ruslaştırmadır. Nikolay İLMİNSKİ’nin fikir babası olduğu PAN-SLAVİZM’in devreye konduğu tarihlerle Çerkeslerin sürülüşü aynı tarihtir. Bu politika üç aşamalıdır.
Rusya’ya karşı savaşan ve destekleyenleri savaş suçlusu sayıp sürmek,
Kovulanların topraklarını Ruslara ve Rus Kazaklarına vermek,
Rus olmayanları da Ruslaştırma politikası izlemek. (20.yy. Siyasi Tarihi-Süleyman)
OSMANLI GÖÇ POLİTİKASI: Halife Abdülhamit annesi de Çerkes olduğu için tüm gelen Çerkesleri kabul etti. Oysa anlaşma 40-50.000 içindi.
Stratejik yerlerde denge sağlama (Marmara ve İstanbul’da azalan Türk nüfusu için yerleştirmeler)
Savaşlarda Müslüman erkekler yer alıyordu. Bu nedenle Müslüman erkek azalmıştı. Denge sağladı. Nüfusunu tamamladı.
Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON- olarak kullanıldı.
Güçlü asker ve özellikle gerilla eksiğini gidermede çok sayıda kullandı.
Tarım alanlarını ıslah edip ekonomisini düzeltme kullandı. Zira Çerkesler hayvancılık ve tarıma yatkındı.
Politik bir örgütlenmeye meydan bırakmamak için Çerkesleri bilinçli olarak dağıtarak yerleştirdi. Geleneksel olarak şeflerine bağlı ve silahlı oldukları bilindiğinden şefleri kent merkezlerine alınırken diğerleri gruplara bölünerek yerleştirildi. Başkalarına Orduda rütbe verdi. Potansiyel tehlike olmalarını baştan önledi. Böylelikle asimile edilmeleri biraz daha kolaylaştı.
Sürgün Haritaları
Bu resmin boyutları değiştirildi. Bu çubuğa tıklayarak tam boyutuyla görebilirsiniz. Orjinal resmin boyutları 1200x1038 boyutu 189KB. |
Mavi oklar- Kuzey Kafkasya'dan göç eden Çerkes ve Abazaların göç yolları ve yerleştirildiği bölgeler.
Kırmızı oklar-Balkanlar'a yerleştirilen Çerkes ve Abazaların Ortadoğu ve Anadolu'ya göçü.
Bu resmin boyutları değiştirildi. Bu çubuğa tıklayarak tam boyutuyla görebilirsiniz. Orjinal resmin boyutları 1408x1000 boyutu 426KB. |
Kaynak: Nart Dergisi Mayıs - Haziran 2001
Şüphesiz ki 19. yüzyılın en ağır soykırımı; 1800’lü yıllarda Çarlık Rusya’sının Çerkes ulusuna karşı uyguladığı soykırımdır. Yahudilerin yakılarak öldürülmesinin yada Ermeni soykırımının çoğu insan tarafından bilinmesine rağmen Çerkes soykırımı özellikle yakın tarihte bütünüyle unutulmuştur. Asağıda geçen yazısında Antero Leitzinger “Bu olayı, sadece ayırmak olarak değil, özellikle 1856 ve 1956 yılları arasında büyük meblağlara ulaşan, Sovyet Rusya’nın yıkılışına ve hatta günümüze kadar devam eden müslüman ve hrıstiyan insanlardan oluşmuş bir topluma uygulanmış planlı bir soykırım olarak ele almalıyız” diyor. Bu makale “Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON” gazetesinde ingilizce olarak yayınlanmıştır".
Çerkes Soykırımı
Antero Leitzinger
Münih (Munchen) Üniversitesi'nde profesör olan Karl Friedrich Neumann 1839 yılında “Rusya ve Çerkesya” (Russland und die Tscherkessen Sayı 19, 1840) isimli kitabını yazmıştır. Bu kitabında Rusya’nın 1828 yılında İran’lı Hıristiyanları nasıl Ermenistan’a yerleştirdiğini anlatan yazar, aslında sözü edilen bu önemli konuyu 1834 yılında zaten kaleme almıştı. (sayfa 68-69)
Neumann, tüm Kafkasya’nın yakın süre içerisinde Rusya’nın egemenliği altına alınmasını sağlayacak bu derin politikanın farkına varmıştı. Ama Avrupalı güçler, Avrupalılardan çok Türk, Fars ve Hindularin kaderini belirleyecek bu adıma müdahale etmekten kaçındılar. (sayfa 129-130)
Neumann ırkçı değildi, ama kesinlikle sömürgeciliği savunan, güneydeki ülkelerle bağlantılı bir Rus yandaşıydı.
Charles Darwin yahut Herbert Spencer daha görüşlerini bile sunmadan yıllar önce Darwin görüşü yaklaşımları mevcuttu. Bu, anti Ermeni duyarlılığından öte, tipik bir 19.yüzyıl Alman düşüncesi gibi gözüküyordu. Neumann bunu önsözündeki ilk cümlelerle kanıtlıyor: “Avrupa toplumu, Dünya’nın hükümdarı olarak seçilmiştir” "Neumann, Çerkeslerin cesaretine saygı göstermesine rağmen, onların Rusya tarafindan yıkımını önceden sezmişti. Çünkü modern Dünya’da kahraman,cömert ve “uygar olmayan” insanlar için yer yoktu. Neumann toplam Çerkeslerin sayısını Kabardey ve Abhazları da dahil etmek üzere 1,5 milyon insan yada 300 bin aile olarak tahmin etti. (sayfa 67) Ruslar tarafindan ileri sürülen 300 bin Çerkes görüşüde, Çerkesler tarafindan ileri sürülen 4 milyon Çerkes görüşüde abartı ihtiva etmektedir.
Neumann Çerkesleri 10 kabileye ayırmıştır: Natukhaç, Şapsığ, Abadzeh, Bjeduğ, Ubıh, Hatıkuey, Kemırguey , Abzekh, Besleney, Kabardey. Bu 10 kabile eski İsviçre’de oldugu gibi birbirlerinden ayrı yaşıyor, şehirlerin meselelerinin çözülmesinde ortak demokratik çoğunluğun oylarıyla karara varıyorlardı. Prensleri yalnızca askeri komutan gibi görülüyor ve hiçbir özel ayrıcalıkları bulunmuyordu. Kadınlar herhangi bir doğu ülkesindeki kadınlara göre çok daha özgürdüler. Herhangi bir yazılmış anayasaları yoktu ve ölüm cezaları söz konusu değildi.
Çerkeslerin birçoğu müslümandı ama içlerinde hristiyan, putperest insanlarda mevcuttu ve hepsi birbirinin görüşüne saygılıydı. Rusların savaş mahkumları köle olarak kullanılıyordu. Ama eğer bu mahkumlar Polonya ırkından geliyorsa durum çok farklı oluyor, mahkumlar misafir gibi ağırlanıyordu. Bu yüzden Polonyalılar Ruslar için asker topluyor ve böylece birçok fırsata ulaşmış oluyorlardı. (sayfa 123) O sıralarda kendini Polonyalı ilan eden utanma duygusuna sahip olmayan birçok Rus vardı. Çerkesler kendi aile üyelerini köle olarak Türkiye ve İran’a göndermeye ve bazı Çerkeslerde kendi istekleriyle gitmeye başladılar. Birçoğu zengin ve özgür şekilde geri dönüyordu. (sayfa 124) Bu olay 1960'lardaki Türkiye’den göç eden Gasbeiter göçmenlerinin durumuna benzetilebilir. O yıllarda Romanya’da ve Rusya’da da kölelik olgusunun mevcut olduğunu iyice hatırlayabiliyoruz.
Çerkesler, “ Özgürlük Bildirisi” adı altında Avrupa mahkemelerine yapılan temyiz başvurularıyla Rusya’ya karşı 40 yıldır savaşıyor : “ Ama şu an, Avrupa’da yayınlanan tüm haritalarda topraklarımızın Rus imparatorluğunun bir parçası olarak gösterilmesine en derin utancımızla şahit oluyoruz... yani sonunda Rusya, Çerkeslerin onların kölesi oldugunu tüm Batıya bildiriyor.. İğrenç haydutlar..” (sayfa 140,141)
Savaş, Soçi’de uluslararası bir Çerkes hükümetinin kurulmasına kadar 20 yıl boyunca sürdü. 1862 yılında Neumann’ın önceden söylediği gibi Rusya son saldırısına başladı. Birçok Çerkes yurdundan kovuldu ve evleri imha edildi.
Kemal H. Karpat’ın “ 1830-1914 yılları arası Osmanlı nüfusu” kitabında yazdığına göre Osmanlı İmparatorluğu, 1862 yılından başlayarak 20.yüzyılın ilk yıllarına kadar Ruslar tarafından anayurtlarından zorla sürgün edilen 3 milyondan daha fazla Kafkasyalı insanın ( Tüm Çerkesler ) hedefi olmuştur. (sayfa 27)
Selahadin Bey ise, 1867 yılında Kafkasya ve Kırım'dan toplam 1.008.000 mülteciden ilk başta 595.000 inin, daha sonra 500.000 inin 1879 da ve diğer 500.000 mültecinin de 1914'e kadar balkanlara (sayfa 27) yerleştirildiğinden bahsediyor. (sayfa 29) İçlerinde Tatar, Kırımlı, Çeçen ve başka müslüman insanlar olmasına rağmen bu insanların büyük çoğunluğu şüphesiz Çerkesdi. Birçok Çerkes sürgün yolunda can verdi.
Neumann’ın tahminine göre 1,5 milyon Çerkes, Rusların 1/30 ine , Çeklerin 1/3 ine veya Slovakların 3/4 üne tekabül ediyor. (sayfa 66) Neumann’a göre Dünya’da 2 milyondan fazla Ermeni vardı. (sayfa 69) 1989’daki Sovyetler Birliği nüfus sayımına göre Rusların sayısı 145 milyona yükseldi. Yani bu rakamın 1/30 5 milyon insana karşılık geliyor. 10 milyon Çek ve 5 milyon Slovak’ın bulunduğunu göz önüne alırsak “3 milyondan daha fazla Çerkes olması gerekir” kanısına varıyoruz. Geçmişte yaşanmış çetin savaşlara rağmen yalnızca Ermenistan’da 3 milyon kadar Ermeni var. 2 milyon Ermeni’de diger ülkelerde yasiyor. 150 yil içerisinde Çek, Slovak ve Ermeni nüfusunun iki katına çıktığını hatta Rus nüfusunun üç kat arttığını görüyoruz ; peki ya milyonlarca kaybolan Çerkesler nerede?
Balkanlarda, Suriye-Filistin’de-TAMPON( Cambridge 1911) 11. basımında, Ermeni nüfusunu her bir imparatorluğa bir milyon Ermeni insana karşılık gelecek şekilde Rusya ve Türkiye’ye eşit olarak bölüyor ve Rusya’daki Çerkes nüfusunu 216.950 (bu rakama Abhazlar,vb de dahildir.) olarak hesaplıyor. Sonuca bağlayacak olursak; 1,5 milyon Çerkesin katliamı ve sınır dışı edilmesi söz konusudur.
Bu felaket, 1915 yılında Ermenilerin maruz kaldığı yıkımdan kesinlikle daha korkunç. Peki, bu kasten yapılan bir eylem miydi? Evet. İdeolojik bir düşüncenin ürünü müydü? Evet. 19. yüzyıldaki Orta Doğu’nun söz konusu fethi, Hıristiyan koloniliği ve Müslümanların Avrupa’dan atılması sadece Almanlar tarafından değil birçok Avrupalı tarafından da yerine getirilmesi gereken tarihi bir zorunluluk olarak görülüyordu. Rusya Kırım ve Kafkasya’daki katliamları ve sınırdışı etmeleriyle özellikle 1862-1864 yılları arasında “Etnik temizliği” sağlıyordu. Bu müddet boyunca, Mikhail Katkov gibi slav milliyetçileri Rus Halkını, imparatorluk hırsları (“üçüncü Roma”) ve stratejik çıkarları (“sıcak denizlere ulaşma isteği”) gibi ulusçul mazeretlerle hazırladılar. Kafkasya ve Balkanlar arasında acımasız ölüm çemberi oluşturuldu. Balkanlara yerleştirilen Çerkes mülteciler, Ermeni devrimcileri tarafından da kışkırtılan “Bulgar zulmüne” maruz kaldılar.
Balkan savaşlarından sonra Müslüman mülteciler Anadolu’ya sığınmaya çalışıyor ama böylece bölgeden terör, savaş eksik olmuyordu. Bunlar, Rusya tarafından istismar edilen parayla tutulmuş birçok masum Ermenilerdi. 1915 yılındaki katliam, aynen 1850 yıllarında Kırım Savaşında olduğu gibi, Türkiye adına aracılıkları engellemeye çalışan, özellikle Müslüman olmayan insanların önyargısını kanıtlayıcı korkunç haberler bekleyen Avrupalılar için kocaman bir buzdağının en iyi görünen tarafıydı.
Bu bir soykırım mıydı? Bu tanımlamamıza göre değişir tabiki. Bu olayı; ayırmaktan öte, özellikle 1856 ve 1956 yılları arasında büyük meblağlara ulaşan, Sovyet Rusya’nın yıkılışına ve hatta günümüze kadar devam eden Müslüman ve Hıristiyan insanlardan oluşmuş bir topluma uygulanmış planlı bir soykırım olarak ele almalıyız.
Antero Leitzinger